Sayfalar

22 Haziran 2011

Doğru bilinen yanlışlar

Onu bunu bilmem bizi kaç sene kandırmışlar; hakiki roma dondurması,meşhuuuur Roma dondurması diye. Yalanmış hepsi! Dondurmanın hakikisini yemek istiyorsanız yolunuzu Büyükçekmece sahiline düşürüp İsmail Şafak'ı bulacaksınız. Oradaki tonton hafif ağarmış bıyıkları olan İsmail amcayı da buldunuz mu,tamamdır. İsmail Şafak dondurmasından başkası da yalandır! Şayet bulamazsanız Büyükçekmece sahilinde azcık gezinin en kalabalık dondurmacıya doğru yönelin. Biyolojiyi bilmiyorum ama ben bu harekete dondurma-taksi diyebilirim gayet.


Roma'da dondurmacılık faaliyetleri değil de dondurma faaliyetleri gelişmiş; mimariyi koruma manasında. Bak ona asla laf edemem.

bu postumu İtalya gezileri boyunca kendilerini mükemmel dondurmaya adamış olan sevgili Cancazım ve Mebiss'ime adıyorum; umudum o ki inşallah bulabilmişlerdir. Gerçi bulamamalarını daha çok yeğlerim; Büyükçekmece uzak olduğu için Caramio Milano'yla idare etmemiz gerekecek :)-

6 Haziran 2011

Ahhh!ahh! olsa da yesem böyle doyasıya!

Tivitır'da dolanırken- twitter yazmaktan daha çok hoşuma gidiyor- bir arkadşaımın karpuzla ilgili paylaştığı yazıyı gördüm.

Şubattan beri gurbet ellerdeyim, şubattan beri karpuz-kavun var marketlerde. Hem de bizdeki gibi öyle sadece Macro Center gibi yerlere de özel değil hepsinde var. Yok büyük mü geliyor sana,bölmüşler ikiye,streç filmle sarıp satıyorlar.
Ben Türk'üm kardeşim has mı has. Yer miyim kış gününde karpuz,hamile değilim ki aş ereyim de yiyeyim. Hem ne anladım o zaman "karpuz kabuğu denize düştü" sözünden.
Sonracığıma efenim karpuz soğuk olacak, şöylee açık bir alanda yanında beyaz peynir ve ekmekle yenecek. Bunların adam gibi peyniri de yok ki, şöyle ezine gibi. hatta beyaz peynirleri bile yok,kaşar ve türevleri var. Ne anladım ben o zaman karpuz yemişim yememişim.

Bir de kavun var tabii, ah ah kokulu kokulu topatanı koyacaklar önüme sabaha kadar yerim;kavunda fena seçiyimdir kokulu olacak böyle ohh misler gibi.
Karpuz-kavun demişken geçen sene yaz başında en küçük amcam yazlığın bahçesine karpuz çekirdeği ekmiş bi'kaç tane. Onlar büyümüş bahçeyi kaplayıp karpuz olmuşlardı.çok büyümemişlerdi ama olsun. bahçeden meyve topladık ya yeter.bu sene devamını kayısı ile sürdürmeyi düşünüyorum. belki kayısı ağacımız olur bir de ha?

bir de itüsözlük görsellerindne aldığım çok da tatmin etmese de beni bir karpuz-peynir fotoğrafıyla bitiriyorum yazıyı.


pek tabii ki de
HAYDİ KIZLAR DİETE!!!!!!!

3 Haziran 2011

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Yahya Kemal'in bu şiirinin bir burasını bilirim devamını da bilmem ezbere.
Sıcak sıcak yazmak istedim bu yazıyı. Ne zamandır düşündüğüm şeyleri bir anda yazıya dökmek istememi Kaybedenler Kulübü'ne borçluyum.

Tam 1 aydır Graz'dayım. daha doğrusu Şubat 20'den beri Graz'dayım ama Graz'ın dışına çıktım,günü birlik gezdim geldim.İstanbul'a gittim 2 haftalığına. İstanbul'a gidinceye kadar "İstanbul'dan başka hiçbir yerde yaşanmaz."diyordum. İstanbul'dan geldim tam 1 aydır Graz'dan başka bir yere ayrılmadım.

İstanbul'da kurulu bir düzenim vardı,galiba yavaş yavaş yaşlanıyorum-ya da yaş alıyorum bilmiyorum yaşlanma kavramı bana biraz uzak galiba.- burada boşluğa geldim.galiba ondandı bu düşüncem.

Sonra yavaş yavaş alıştım Graz'a -.Hayatımda İstanbul'dan sonra ilk defa 1 ay boyunca ayrılmadan yaşadığım tek yer galiba.
Neyse geçiyorum bunları.

Bir yeri yaşanacak yapan tek şey eşin dostunmuş,gerisi şehirmiş güzellikmiş palavraymış. Hani meşhur bir atasözümüz vardır ya " gönüller bir olunca samanlık seyran olur." aynen öyleymiş. Eşin dostun olmadıktan sonra her sabah vapur sesleriyle Boğaz'a karşı günüme başlasam da bir şey olmaz. O Boğaz manzarası eşliğinde çayını birlikte yudumlayacağın, peynirin kalan kısmı için "yer misin?" diye soracağın biri yoksa. Ekmeğin sesi bile kuru kuru gitmez;yanına iki muhabbet lazım.

İki-üç gündür İstanbul2u çok özlüyorum.Özlüyorum ama mekanlar sadece bir imge. Ah Abbas'ta waffle yesem demiyorum, Abbas'ta Gözde ve Hüden'le muhabbet ederken waffle'ımı ağzıma yüzüme bulaştırsam diyorum. Taşkışla'yı özlemiyorum;Taşkışla'da orta bahçede çime oturup kızların gülüşlerinin kulağımda çınladığı muhabbeti özlüyorum.

zaten ne demiş sevgili atalarımız:
"gönül ne kahve ister
ne kahvehane
gönül muhabbet ister
kahve bahane"


Ama en çok da Yeşilköy sahilini özlüyorum: yaz-kış bir sene boyunca yağmurunda,karında,en güneşli vaktinde yollarını aşındırdığım Yeşilköy sahilini... gerçi yalnız olunca onun da esprisi yok ya.

Bir tek Süleymaniye ve lisem manzaralı Atatürk Köprüsü var yalnız olup da özlediğim. Hava kararmış,ben Taksim'den dolmuşla eve dönüyorum.Soluma dönüyorum;ufak tefek Topkapı Sarayı'nın biraz önünde beliren lisem.İç çekip eski günleri hatırlıyorum. Sonra önüme dönüyorum Süleymaniye Camii. Mimar Sinan'ın kalfalık eseridir ama Selimiye'den daha çok severim ben orayı. Belki uzakta olan daha çekicidir ya ,hiç gitmediğimdendir Süleymaniye'nin çekiciliği de.

Kaybedenler Kulübü'ne neresinden bağlayacağım bu yazıyı.Uzun zamandır İstanbul'u bu kadar uzun soluklu görmemiştim:Taksim,Kadıköy,Süleymaniye. Bir iç çektim ama dediğim sebeplerden iç çektim.
Bilmiyorum belki de insan oğlu nankördür diyorum. ama nankör olmayı da kendime yediremiyorum. Yahya Kemal'in şiirini ben de belki ezberlerim diyerekten yazımı bitiriyorum:


Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer..

Nice revnaklı şehirler görünür dünyada
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan…
Yahya Kemal Beyatlı